Kendiniz Gibi Olmadığınız Her An Nefesinizi de Bozuyorsunuz…
Her rol yaptığınızda…
Öfkenizi içinizde tutup dişlerinizi sıktığınızda,
Kahkahanızı el gün ne der diye atmadığınızda,
Mutluymuş gibi yapıp içiniz acıdığında,
Seviyormuş gibi yapıp, nefret ettiğinizde,
Dans etmek istediğinizde oturduğunuzda,
Şarkı söylemek istediğinizde sesinizden korktuğunuzda.
Yani…
Her yaptığınız “miş, mış” gibiler nefesinizi bozar.
Çünkü nefesiniz nasıl hissediyorsanız öyle yaşamak ister.
Hiç bir şeye takılmadan, kendiliğinden akmak ister.
Siz tüm duygularınızı olduğu gibi değil de, olması gerektiği gibi olacak diye yönetmeye
çalıştığınızda nefesiniz de bozulur.
Nefesiniz bozulduğunda ise…
Siz o “miş ve mış”ları yapmakla birlikte bir de onlara bir süre sonra inanmaya başlarsınız.
Kendinizi hep mutluymuş gibi hisseder derinde acı çekersiniz ama farketmezsiniz.
Seviyor, seviliyormuş gibi davranırsınız, ama aşkı aramaya devam edersiniz.
Sakinmiş, huzurluymuşsunuz gibi görünür, o sessizliğiniz arkasında büyük bir öfke
büyütürsünüz.
Bu duyguları sürekli gizleyerek hayatınıza devam edersiniz.
Peki nereye, ne zaman kadar…
Herkesin bir limiti bir sınırı vardır elbet.
Yeter dediği, patladığı.
Siz yeter demediğinizde rollere devam ettiğinizde…
Bedeniniz ağrılarla, sızılarla ve yorgunluk, halsizlikle belli eder kendini.
O zaman…
Kendinizi kendinize bırakın, ne hissediyorsanız ona izin verin.
Kontrol etmeyin, yönetmeyin.
Akışta olduğunuzda…
Nefesinizde size eşlik eder ve o zaman…
Mutlulukta, mutsuzlukta, öfke de, nefrette, sevmek de, ağlamak da, gülmek de hayata
dair.
Kabul edelim ve izin verelim.
Çünkü her duyguyu yaşamak çok güzel.