Her an, her gün bir şeylerden şikayet ederek geçiyor vaktimiz.

Evimizde, işimizde, ilişkilerimizde, sosyal ortamlardaki paylaşımlarımızda bile sürekli istemediğimiz şeyleri dillendirip duruyoruz.

Hep bir şeyler değişsin istiyoruz.

Bizim dışımızda bir şeylerin değişimi ile mutluluğumuzu garantileyeceğimizi sanıyoruz.

Çocuğumuza ders çalışmadığı zaman, “Ne olacak senin sonun?”

Eşimize, “Böyle davranmaya devam edersen bu iş yürümez.”

İşyerindeki arkadaşlarımıza, “Biraz da sen çalış da görelim.”

Trafikte, “Sana ehliyet verenin!”

Arkadaşlarımıza, “Bir gün de sen benim için bir şey yap” diyoruz.

Bu ve buna benzer söylemlerle zamanımız, daha doğrusu hayatımız akıp gidiyor.

Bu söylemleri gelin bir de kendimize yöneltelim.

Parmağı karşı tarafa göstermeyi bırakıp, kendimize doğrultalım.

Bakalım neler oluyor?

Hiç düşündünüz mü?

Çocuğunuza her gün tekrarladığınız, “Ne olacak senin sonun?”u kendinize sorduğunuzda ne oluyor?

Ne mi oluyor?

İlk önce bir hüzünleniyoruz.

Bulunduğumuz durumdaki noktada bir acıyoruz kendimize.

“Ben bu duruma gelecek miydim?” diyoruz.

Hemen sonrasında da…

“Bu saatten sonra ne mi olacak, böyle gelmiş böyle gider…”

Ve hatta, “İyi böyle yaaa” durumuna geliveriyoruz.

Eşinize sorduğunuz soruyu bir de kendinize yöneltin:

“Bu iş böyle yürümez” diyerek hala neleri yürütmeye devam ediyorsunuz?

Nelerden vazgeçemediğiniz için bulunduğunuz duruma mahkum kalarak yaşıyorsunuz?

“Sana ehliyet verenin” dediğimizde, trafikte biz hiç mi hata yapmıyoruz?

Bile bile hata yapıp, kimse görmeden yolumuza devam etmiyor muyuz?

Kendimizi daha ne kadar kandırmaya devam edeceğiz?

Arkadaşlarımıza, “Bir gün de sen benim için bir şey yap” derken hiç düşündünüz mü?

Siz kendiniz için ne yaptınız?

Bugüne kadar kendinizden beklentilerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz?

O gençlik hayallerinize ne oldu?

Gençlik hayallerinize bir bakın, belki onlar çok uzakta ve ulaşılmaz gözükebilir.

Peki, şimdi bugün kendiniz için ne yaptınız?

Yarın için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bırakalım artık değişimi bir başkasından beklemeyi…

Şikayet edip, sonrasında da, “Böyle iyi yaa” diyerek alıştığımız bizi içine çeken rutinimizden, rahatlık alanımızda kalmaya devam etmeyi…

Yaşam biçimlerimiz, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” olmuş ne yazık ki!

Bu yaşam biçimden sıyrılma vaktimiz gelmedi mi?

Yılanları kendimizin beslediğini ne zaman farkına varacağız?

Böyle giderse, o yılanlar bize dokunduğunda yine en büyük hatamız başkalarını suçlamak olacak.

Şartları ve insanları…

Çözüm ne?

Farkına varmak, uyanmak…

Başkalarını yönetmeyi bırakmak…

Bulunduğumuz noktada kendimize bakmak…

Ne kadar mutluyuz?

Ne istiyoruz?

İstediğimiz şeyler kendi kontrolümüzde mi?

Kendiniz için olan şeylere odaklanın.

İşinizdeki, evinizdeki, ilişkilerinizdeki kendinize bir bakın.

Değişime hazır olun.

Şimdi, şu anda, “Ne yapabilirim?”e bakın.

Sorun kendinize, cevaplar gelecektir.

Cevaplardan korkmayın.

Küçük adımlar atın.

İnanarak, güvenerek ve sonrasında büyük değişimleri izleyin.

Yapabilirsiniz…

Atalarımız ne demiş:

“Tebdil-i mekanda ferahlık vardır.”

İllaki yerinizi değiştirmeniz gerekmiyor.

Düşünce biçiminizi değiştirin.

Yerinizin değişmesi gerekiyorsa o kendiliğinden olacaktır.

Zahmetsizce ve kolayca…

Ve sonuç: Ferahlık… 

                                                                                    İkbal Kaya